Ne uzun zaman geçti, ne sular aktı köprünün altından...Tüm renkler sepyaya dönüşmüşken herşeyde bir çatlak olduğunu anımsadı, ne de olsa ışık böyle içeri sızardı. Önce sıkı sıkı kapadığı perdeyi açtı...Sonra ardındakini ölesiye merak ettiği kapıyı...Güneş içini ısıtmaya başlamıştı...Yürüdü ve hafif bir ıslık çaldı.Yoldaydı.
herkes ve hiçkimse için...
16 Kasım 2017 Perşembe
Time to rise now...Time to shine.
Ne uzun zaman geçti, ne sular aktı köprünün altından...Tüm renkler sepyaya dönüşmüşken herşeyde bir çatlak olduğunu anımsadı, ne de olsa ışık böyle içeri sızardı. Önce sıkı sıkı kapadığı perdeyi açtı...Sonra ardındakini ölesiye merak ettiği kapıyı...Güneş içini ısıtmaya başlamıştı...Yürüdü ve hafif bir ıslık çaldı.Yoldaydı.
17 Ağustos 2010 Salı
3 Ekim 2009 Cumartesi
"Sen bir rota çizmiş olsan da kesinkes, yolun hep bir planı vardır senin hakkında. Yolları yolculuk, yola çıkanı yolcu yapan budur. Aldanmazsan, kapılmaz ve yanılmazsan varamazsın yolun gideceği yere. Yolculuğun gizi budur: Kaybetmezsen yolunu bulamazsın aslında.
Bir soru'n olmalı mutlaka. O soruyu sormalısın, kimsenin anlamadığı bir dilde konuşan ve hep aynı cümleyi tekrar eden bir derviş gibi döne döne aynı soruyu sormalısın. Cevap, başlangıçta tahmin ettiğinden ne kadar uzakta ise gerçeğe o kadar yakındır. Sarsılmamışsan, soru'nu kaybetmekten korkmuşsan, hiçbir yere gitmemişsindir aslında.
Düzenin bozulmalı. Evden çıkmak budur aslında. Yolculuk, bir düşmek ve kalkmak meselesidir. Eve yaralarla dönülmüyorsa hiç gidilmemiştir...
Sadece uzaklardan gelenler bilirler evlerinin kokusunu. Yollara, evlerimizi anlamak için çıkılır. Fakat yolda bulduğun cevaplar eve geldiğinde, yakalanmış kelebeğin renklerinin sönmesi gibi parça parça dağılır. Yola ait cümleler, yazıktır ki hep yolda kalır. Onlar, yolun cevaplarıdır. Döndüğünde anlatacağın hep biraz renksiz bir hikayedir. Cevaplar, suyun altında çok renkli görünen ama sudan çıkıp kuruduğunda renkleri sönen çakıl taşları gibidir. Bu, sana böyle gelir. Oysa yeni çocukların yeni yollara çıkması için o çakıl taşlarını getirmek, sözün büyülü suyuyla yeniden ıslatmak, renklerini yeniden canlandırmak gerekir.
Göz doyar mı? Ne kadar görse, doyar? Bazı gözlerin ne görse öğüten bir bakışı vardır; doymaz kapanana kadar. Akıl kaç soruyu cevapladığında soru sormaz artık? Belki akıl, cevapladıkça çoğaltır soruları. Kaç yüz gördüğünde görmüş olursun bütün yüzleri? Kaç tanışma sona erdirir şaşırmayı? Göğüs ne zaman sonuna kadar dolmuş olur aldığı nefeslerden? Son nefesini verdiğinde mi?..
Bazısı insanların, durulmadan ölür. Kimisi yosun tutmaz hiç. Dünya ve insanlık, o insanların hayalleriyle iyileşir."
Ece Temelkuran-Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita
Bir soru'n olmalı mutlaka. O soruyu sormalısın, kimsenin anlamadığı bir dilde konuşan ve hep aynı cümleyi tekrar eden bir derviş gibi döne döne aynı soruyu sormalısın. Cevap, başlangıçta tahmin ettiğinden ne kadar uzakta ise gerçeğe o kadar yakındır. Sarsılmamışsan, soru'nu kaybetmekten korkmuşsan, hiçbir yere gitmemişsindir aslında.
Düzenin bozulmalı. Evden çıkmak budur aslında. Yolculuk, bir düşmek ve kalkmak meselesidir. Eve yaralarla dönülmüyorsa hiç gidilmemiştir...
Sadece uzaklardan gelenler bilirler evlerinin kokusunu. Yollara, evlerimizi anlamak için çıkılır. Fakat yolda bulduğun cevaplar eve geldiğinde, yakalanmış kelebeğin renklerinin sönmesi gibi parça parça dağılır. Yola ait cümleler, yazıktır ki hep yolda kalır. Onlar, yolun cevaplarıdır. Döndüğünde anlatacağın hep biraz renksiz bir hikayedir. Cevaplar, suyun altında çok renkli görünen ama sudan çıkıp kuruduğunda renkleri sönen çakıl taşları gibidir. Bu, sana böyle gelir. Oysa yeni çocukların yeni yollara çıkması için o çakıl taşlarını getirmek, sözün büyülü suyuyla yeniden ıslatmak, renklerini yeniden canlandırmak gerekir.
Göz doyar mı? Ne kadar görse, doyar? Bazı gözlerin ne görse öğüten bir bakışı vardır; doymaz kapanana kadar. Akıl kaç soruyu cevapladığında soru sormaz artık? Belki akıl, cevapladıkça çoğaltır soruları. Kaç yüz gördüğünde görmüş olursun bütün yüzleri? Kaç tanışma sona erdirir şaşırmayı? Göğüs ne zaman sonuna kadar dolmuş olur aldığı nefeslerden? Son nefesini verdiğinde mi?..
Bazısı insanların, durulmadan ölür. Kimisi yosun tutmaz hiç. Dünya ve insanlık, o insanların hayalleriyle iyileşir."
Ece Temelkuran-Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita
14 Ağustos 2009 Cuma
Hollanda ah ahh
Yemyeşil çayırlar, mutlu inekler,muhteşem bahçeler, şipşirin evler, köyümüz Vierhouten , güzel insanların harika düğünü, 3 kere öpücük, never ending Vierhouten song, peynir, peynir biraz daha peynir, hep peynir, kanallar, tahta ayakkabılar, kuzulu guguklu saat, arka balkon bahçesi, işgal evi partileri, gelsin white widow gitsin northern lights, bitmek bilmeyen Vondelpark kabusu, Stroopwafel, bisikletler, yüzen evler, oraya gir, burdan çık, bin kilo pirzola müadili muhteşem gülüşlü Hüso the guide kıymetlimiss, Amsterdam kazan biz kepçe... Bikaç gün daha olsaydı be keşke...
Tadı damağım(ız)da.
11 Temmuz 2009 Cumartesi
19 Haziran 2009 Cuma
17 Haziran 2009 Çarşamba
Seven Pounds
"The first time I ever saw a box jellyfish, I was twelve. Our father took us to the Monterey Bay Aquarium. I never forgot what he said... That it was the most deadly creature on earth. To me it was just the most beautiful thing I'd ever seen. "
Klişe mi? Klişe. Durağan mı? Evet... Ama yine de sevdim. Will Smith'in oyunculuğu ve mimikleri ne kadar da başarılı sonunda... Ne kadar da dokunaklı bi son ve göz yaşlarıma hakim olamadım işte... Filmin müzikleri de gayet leziz...
26 Mayıs 2009 Salı
Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır.
Güneş onu yakıp kavurur.
O da Tanrıya yakarır keşke güneş olsaydım diye.
"Ol" der Tanrı.
Güneş oluverir.
Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz.
Bulut olmak ister.
"Ol" der Tanrı.
Bulut olur.
Rüzgar alır götürür bulutu, rüzgarın oyuncağı olur.
Rüzgar olmak ister bu kez.
Ona da "Ol" der Tanrı.
Rüzgar her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur.
Herşey karşısında eğilir.
Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar.
Ordan eser
burdan eser,
kaya bana mısın demez!
Bildiniz, Tanrı kaya olmasına da izin verir.
Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı....
Sırtında bir acı ile uyanır....
Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır...
"Amor Fati - Nietzsche "
(Kaderini sev-belki seninki en iyisidir)
Güneş onu yakıp kavurur.
O da Tanrıya yakarır keşke güneş olsaydım diye.
"Ol" der Tanrı.
Güneş oluverir.
Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz.
Bulut olmak ister.
"Ol" der Tanrı.
Bulut olur.
Rüzgar alır götürür bulutu, rüzgarın oyuncağı olur.
Rüzgar olmak ister bu kez.
Ona da "Ol" der Tanrı.
Rüzgar her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur.
Herşey karşısında eğilir.
Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar.
Ordan eser
burdan eser,
kaya bana mısın demez!
Bildiniz, Tanrı kaya olmasına da izin verir.
Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı....
Sırtında bir acı ile uyanır....
Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır...
"Amor Fati - Nietzsche "
(Kaderini sev-belki seninki en iyisidir)
25 Mart 2009 Çarşamba
Gracias a la vida
“teşekkürler hayat; verdiğin her şey için;
her açtığımda
siyahı beyazdan, cennetin huzmesini karanlıktan,
sevdiğim erkeği kalabalıktan çıkarıp bana sunan gözlerim için
teşekkürler hayat, verdiğin her şey için
hayatın sesi ve kelimelerim
düşüncelerim, ettiğim kelamlar,
annem, dostlarım, kardeşim ve parlayan güneş
ve aşkın izleri için
teşekkürler hayat, verdiğin her şey için;
duyduğum tüm sesler; gece, gündüz,
ağustos böcekleri, kanaryalar, çekiçler
motorlar, köpek bağırışları, rüzgar
ve yarin sakin fısıltıları için
teşekkürler hayat, verdiğin her şey için;
caddelerinde, göl kıyılarında, dağlarında
ovalarında, leb-i deryada yahut suya hasret çöllerinde
ve evlerinde yorulan adımlarım için
teşekkürler hayat, her şey için;
yıkıntılardan kendimi yeniden yaratabildiğim
ve yeniden hayata sunabildiğim için
kahkahalarım, göz yaşlarım
ve bu şarkı için
her şey için teşekkürler"
İyi ki doğdum!
4 Mart 2009 Çarşamba
"Çünkü benim için yalnız çılgın insanlar önemlidir, yaşamak için çıldıranlar, konuşmak için çıldıranlar, kurtarılmak için çıldıranlar, aynı anda her şeyi birden arzulayanlar, hiç esnemeyen, beylik laflar etmeyen, yıldızların arasında örümcekler çizerek patlayan ve en ortalarındaki mavi ışığı görenlere, ‘vay canına’ dedirten o muhteşem sarı maytaplar gibi yanan, yanan, yanan insanlar.”
...
“Senin yolun hangisi oğlum? Mübareklerin yolu mu, delilerin yolu mu, gökkuşağının yolu mu, süs balıklarının yolu mu, yoksa her yol mu? Herkes için her yerde bir yol var nasılsa. Kim nerde nasıl?”
Jack Kerouac,Yolda
20 Şubat 2009 Cuma
Çevreye verdiğim geçici rahatsızlıktan dolayı özürlerimi sunuyorum sayın okuyucu. Şöyle ki; eski yazılarımı şifrelemeye karar vermiştim. Bunun için öncelikle var olan blogumun adını "sunthingarsiv" olarak değiştirdim ve daha sonra “sunthing” i tekrar aldım. Bloggerın aktarma özelliğini kullanarak bir kısım yazıları burada bırakıp diğerlerini arşiv bloguma aktardım. Böylece oldu sanırım Beyhan ve İndis’in dediği hadise, yani readerda 25 yeni post yayınlamışım gibi göründü ve ben şaşkın Sunthing blogu aktarırken bu blogun yorum ayarlarını yapmayı da unuttuğumdan gelen yorumlardan bihaber şekilde takılıyomuşum. Yorumları da yeni gördüğüm için bu açıklama da biraz gecikti. Esenlikler ve güneşli günler! :)
11 Şubat 2009 Çarşamba
Into The Wild
There is pleasure in the pathless woods,
There is rapture on the lonely shore,
There is society where none intrudes,
By the deep sea and the music in its roar;
I love not man the less, but Nature more.
Lord Byron
"Alexander Supertramp" ya da "Christopher Mccandless"'ın yürek burkan ve gerçek bir olaya dayanan hikayesi; Into The Wild. Sean Penn'in yönetmenliğini ve yapımcılığını yaptığı 2007 yapımı Into The Wild, Jon Krakauer'ın 1996 yılında yayınlanan aynı adlı romandan uyarlanmış bir yol filmi. Filmin harika soundtrack'ini de Eddie Vedder hazırlamış...
"Happiness is only real when shared..." yazdı kalan son gücünü toplayıp titrek elleriyle, ışığı görmeden önce...
There is rapture on the lonely shore,
There is society where none intrudes,
By the deep sea and the music in its roar;
I love not man the less, but Nature more.
Lord Byron
"Alexander Supertramp" ya da "Christopher Mccandless"'ın yürek burkan ve gerçek bir olaya dayanan hikayesi; Into The Wild. Sean Penn'in yönetmenliğini ve yapımcılığını yaptığı 2007 yapımı Into The Wild, Jon Krakauer'ın 1996 yılında yayınlanan aynı adlı romandan uyarlanmış bir yol filmi. Filmin harika soundtrack'ini de Eddie Vedder hazırlamış...
"Happiness is only real when shared..." yazdı kalan son gücünü toplayıp titrek elleriyle, ışığı görmeden önce...
"What if I were smiling and running into your arms? Would you see then what I see now?"
Ah naaptın sen be Seancığım? Naaptın...
9 Şubat 2009 Pazartesi
Imam Baildi/Imam Baildi/EMI Music
Tam bir müzik aşığı olan sevgili arkadaşım Alexis’in bouzukisiyle şenlendirdiği “Imam Baildi”dan burada bahsetmesem olmazdı... “Imam Baildi” Yunanlı bir müzik grubu ve son derece leziz ve keyifli bir müzik yapıyorlar. 2005 yılında Orestis ve Lysandros Falireas kardeşler tarafından kurulan Imam Baildi’nin albümü Yunanistan’da 2007’de yayınlanmış ve haftalarca Yunan listelerinde üst sıralarda kalmıştı, şimdi ise EMI Müzik Türkiye etiketiyle Türkiye’de… Çıkış noktaları 40’lı, 50’li, 60’lı yılların unutulmuş eski yunan müziklerini gün ışığına çıkarıp modern ezgilerle harmanlayarak yeni ve eşsiz bir sound yaratmak olan Imam Baildi, kesinlikle bunu başarmış diyebiliriz. Eski Yunan müziklerinden ve Balkan melodilerinden samplelar, üzerine saksofon, klarnet, trompet, tulum, bouzuki, çello ve işte Karşınızda enfes İmam Baildi ! Facebook ya da Myspace sayfalarından kendilerini yakından tanıyabilir, videolarını izleyebilirsiniz. Umarım bu sefer bizim Alex'lere yolumuz düşer de performanslarını canlı canlı izleyebilirim :)
17 Kasım 2008 Pazartesi
8 Kasım 2008 Cumartesi
Andrew Largeman: You know that point in your life when you realize that the house that you grew up in isn't really your home anymore? All of the sudden even though you have some place where you can put your shit that idea of home is gone.
Sam: I still feel at home in my house.
Andrew Largeman: You'll see when you move out. It just sort of happens one day, one day and it's just gone. And you can never get it back. It's like you get homesick for a place that doesn't exist. I don't know maybe it's like this right of passage, you know. You won't have this feeling again until you create a new idea of home for yourself, you know, for you kids, for the family you start. It's like a cycle or something. I miss the idea of it. Maybe that's all family really is. A group of people who miss the same imaginary place.
Garden State,2004
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)